Kavram kargaşasını ve algı bulanıklığını bir parça gidermek amacıyla bugün yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere bu konuya değinmek istiyorum. Bazı sahte sosyal demokratların eylemleri üzerinden, sosyal demokrasinin emperyalist düzenin bir parçası olduğuna ilişkin iddialar sık sık ortaya atılsa da bunun gerçeklikte bir ilgisi ve de bir karşılığı kesinlikle yoktur. 20. yüzyılın başlarındaki sosyal demokrasi hareketinin öncüleri arasında yer alan Eduard Bernstein ve Karl Kautsky, Almanya’nın 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına karşı çıkmışlar, savaşa katılmayı destekleyen Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yöneticilerini eleştirmişler, savaşa karşı çıkan Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’ne (USPD) katılmışlardı. 1933 yılında, Almanya Sosyal Demokrat Partisi SPD’nin meclisteki milletvekilleri, Nazi Partisi lideri ve Başbakan Adolf Hitler’in meclisin onayına sunduğu ve başbakanın yetkilerini artıran ‘Yetkilendirme Yasası’ diye adlandırılan yasaya antidemokratik olduğu için karşı oy kullandılar, SPD’nin lideri Otto Wels, mecliste bu yasa teklifini kıyasıya eleştirdi. SPD yöneticileri ve milletvekilleri, yasanın meclisten geçmesinden kısa bir süre sonra tutuklandılar veya bazıları tutuklanmamak için ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar; Nazi Partisi meclisten geçen bu yasayla birlikte diktatörlüğünü tescilledi ve bir süre sonra SPD’yi mahkeme kararıyla kapattı. Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonel’ in 1951 yılında Frankfurt’ta gerçekleşen 1. kongresinde kabul edilen kuruluş ilkelerinin 7. maddesinde şu ifade yer alır: “Demokratik sosyalizm, emperyalizmin her türünü reddeder. Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder.” Sosyalist Enternasyonel’in 1989 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de gerçekleşen 18. kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu” maddeleri arasında yer alan bazılarında kuzey ve güney yarım küre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekilir, azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiği vurgulanır. Aynı Deklarasyon da 59. ve 60. maddelerinde, karma ekonomik modeli önerir ve böylece özelleştirmeci ve Neo Liberal ekonomi politikalarına karşı çıkar. 1970’lerin İsveç Sosyal Demokrat Partisi lideri ve İsveç Başbakanı Olof Palme, Küba’da Fidel Castro ve Che Guevara’nın öncülüğünde gerçekleşen devrimden sonra Küba’yı ziyaret eden ilk Batı Avrupalı devlet yöneticisi olmuştur. Olof Palme, ABD’nin Vietnam’ı işgal etmesine karşı çıkmış, El Salvador ve Nikaragua’daki ABD destekli askeri diktatörlüklere karşı savaşan sosyalist gerilla hareketlerine maddi ve siyasi destek verilmesini sağlamıştır. Olof Palme’nin ABD emperyalizmine yönelik bu türden duruşları nedeniyle, ABD ve İsveç arasındaki diplomatik ilişkiler bir dönem askıya alınmıştır. Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri ve Almanya Başbakanı Willy Brandt, ‘Soğuk Savaş’ yıllarında, NATO üyesi bir ülkenin başbakanı olduğu halde, ABD’den gelen tüm çatlak seslere rağmen, Varşova Paktı ülkeleriyle diyalog geliştirilmesi ve işbirliği yapılması gerektiğini hep savunmuştur. Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine öncülük eden ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine öncülük eden Mahatma Gandhi’nin bir dönem liderliğini yaptığı Hindistan Ulusal Kongre Partisi, İsrail işgaline karşı mücadele veren Filistin’deki EL FETİH Hareketi Partisi, Güney Afrika’da ırkçı rejimi yıkan Afrika Ulusal Kongre Partisi, Sosyalist Enternasyonel üyesi olan partilerdir. Sosyal demokrasi, Avrupa ile sınırlı bir hareket olmadığı gibi, ulusal kurtuluş mücadelelerine öncülük eden birçok parti tarafından da benimsenmiş bir akımdır. 1976 yılında Sosyalist Enternasyonel’e üye olan CHP, 1920’lerde, 1930’larda ve 1940’larda gerçekleştirdiği devrimlerle emperyalizme karşı mücadele vermiştir. 1970’lerde, afyon ekimi, Kıbrıs’a müdahale ve silah ambargosu konusunda ABD’ye meydan okumuştur. 1980 yılında ABD destekli darbeciler tarafından kapatılmıştır. 2000’lerde, Irak’ın ABD tarafından işgali sürecinde, 60 bini aşkın ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasını öngören1 Mart teskeresinin TBMM’den geçmesini engellemiştir. Sosyal demokratları ve CHP’yi kategorik ve tümel olarak emperyalizme hizmet etmekle suçlamak, olgularla da vicdanla da dürüstlük ilkesiyle de asla bağdaşmaz. Elbette Cumhuriyet Halk Partisi ve buna benzer Demokratik Sol Parti, 1960’ların bugünün Türkiye İşçi Partisi (TİP) hatta Doğu Perinçek’in İşçi Partisi ve bugün adı VATAN Partisi olan partilerde geçmişte ve günümüzde antiemperyalist duruşa aykırı söylemleri dillendiren, eylemlerde bulunma girişimleri içinde olanlar olmuştur, ne yazık ki olacaktır. Ancak örgüt yapısı, antiemperyalist temel felsefesi olan hiçbir siyasal oluşum ve parti aksi tutum ve davranışlara izin vermemiş, vermez, vermeyecektir de…